5 Ağustos 2011 Cuma

Güzel günlerin hatrına aşk her şeyi affeder mi ?

Aşk nasıl affetsin. Ben ederim. Aslında günlerin ne kadar güzel olduğuna bağlı... Her şeyi de affedemem sanırım, sevgilinin birden Breivik'e dönüştüğünü düşünsene. Bu arada kim olduğunu merak etmeye başladım :)

go ask.

Unutmak mı daha zordur, unutulmak mı ?

Unutulmadan unutmak zordur, vicdan azabı çekersin, hatırası kovalar seni rüyalarında, bahsi geçtikçe içinde küçük bir yer sızlar.
Unutmadan unutulmak da zordur, hatta daha zordur her ne kadar tersini iddia etsek de. Yediremezsin unutulmadan unutmayı, acı çekersin, kızarsın, affedersin, kendi içinde yaşarız her şeyi, içinde seversin onu, o seni çoktan unutmuştur bile, kabullenemezsin.
Aynı anda unutur ve unutulursan bak o kolaydır. Ama o da yazıktır unutulanlara. O yüzden ben unutmayı da unutulmayı da sevmem. Acı veren anılara farklı bir şekilde bakmaya alışmak lazım, her ne yaşadıysan yüzünde bir gülümsemeyle hatırlamayı öğrenmek lazım.
(Tabi olaylar hiç bu noktaya gelmese çok güzel olurdu. Unutmaya çalışmak yerine yaşatmaya çalışsaydı keşke. Ölümden başka her şeyin çaresi olduğunu kabul etseydi..)

go ask.

11 Şubat 2011 Cuma

Şubat ve takibi

Ben bu blog olayını içselleştiremedim ama hadi neyse.

Aşk Tesadüfleri Sever güzel bir film. Issız Adam'ı beğenen bunu da beğendi. Issız Adam'ın sonunda ağlayanın bazısı bunun sonunda güldü. Ona göre karar verin gidip gitmeyeceğinize. Yiğit Özşener'i bir kez daha kötü adam rolünde görmek istemeyen, gitme. Mehmet Günsur'u Head&Shoulders reklamından tanıyıp kıl kapan, git, seveceksin onu aşık olacaksın. Hele o uzun saçlı rock'çı hali yok mu.

Demir Demirkan dinledim ilk kez bu filmde duyup, Zaferlerim, pek tarzım değil ama çaldığı sahne güzeldi o yüzden şarkıyı da seviyorum artık.

Yazmayalı beri elektronik dinler oldum. FM Belfast <3

BUMK Caz Korosu'nu takipte olun. Türkiye'nin dört bir yanına geleceğiz. İlk olarak 25 Şubat'ta İzmir'deyiz.

Peer Gynt İş Sanat'ta Nisan'da jübileyi yapıyor. Koroporte yepyeni projesiyle 22 Mayıs'ta karşınızda olacak. Bu sefer İş Sanat'ta değil, takipte olun.

Black Swan, 127 Hours, bunlar hep izlemeniz gereken filmler. Ayrıca bi filmekimi gibi olmasa da !f İstanbul 17-27 Şubat. Sıkışık bir zamana denk geldi, sadece Donny Darko izleyeceğim sanırım.

Cirque du Soleil'i parasızlıktan kaçırıyor olmanın hüsranı içindeyim.

Borusan Müzik Evi'ni biliyor musunuz? Çok geç keşfettim, her gün önünden geçiyorum oysa. Programa arada bir göz atın siz de önünden geçecek olursanız.

Aslında çok şey var kültür olsun sanat olsun. Yaz yaz bitmez. Glass Candy var Mart'ta Salon'da.

Rhythms del Mundo albümünü tavsiye edeyim son olarak. Hala bilmeyeniniz varsa tabi. Bu aralar çok dinliyorum.

Yaz gelsin artık böyle soğuk güneş olmasın.

A bir de unutmadan:

Beyoğlu'lu olmanız gerekmiyor, bu şehir hepimizin.

Behlül kaçar

15 Kasım 2010 Pazartesi

Son Zamanlar

Son zamanlarda facebook'ta home sayfasında habire kendimi görüyorum.

Son zamanlarda İstanbul'lu olmanın ezikliğini yaşıyorum. Neden mi? Bayramda herkes memleketine gidiyor da ondan. Biri vardı örneğin yeni tanıştığım, bu hafta burada olsa onunla daha yakın olmak için buluşurdum mesaj atardım filan ama gitti, yok. Sevgilim de İstanbul'da olsa her gün görüşürdük. Bunun gibi bir sürü örnek.

Son zamanlarda marjinalim. O İstanbul'da olsa kaynaşmak için uğraşıp didineceğim insanın fotograf çektiğini öğrendim ve ilgi çekici bir insana dönüşme çabalarım bu nedenle hızlandı. Ama hep vardı aklımda yani. Bu tetikleyici oldu sadece, bildin.

Son zamanlarda tırnaklarımı o kadar kısa kesiyorum ki yara oldu. Tırnak makasım kayıptı kesememiştim bi ara, acısını çıkartıyorum. Acısını yani. Acı. Tam anlamıyla.

Son zamanlarda kitap yazma hevesim var. Olmayacak gibi. Heves işte.

Son zamanlarda derslerim oldukça iyi gidiyor hobaleey

Son zamanlarda yeni arkadaşlar edindim.

Son zamanlarda şarkı söylüyorum! BÜMK Caz Korosu'na girdim! Ve yeni arkadaşlar da oradan işte. Son zamanlarda bulunduğum ortamlarda yaşıtlarım hatta benden küçükler olmaya başlamıştı, neyse ki toparladım ve seviyeyi yükselttim. Yanlış anlaşılmasın, yaş konusu önemli değil de, erm, vizyon önemli. Nasıl desem, küçükken hep ailemin arkadaşlarıyla filan takılırdım. Çok büyük ihtimalle buna bağlı olarak geniş bir bakış açısına sahibim. E kolay beğenmiyorum haliyle, arada kaldım yani.

Son zamanlarda mutluyum anlayacağınız. Blog yazmaya da vaktim olmadı.

He bir de bugün saçımı kestirdim:

19 Ağustos 2010 Perşembe

Bir sürü fotograf koyup fazla açıklama yapmadım ama iyi bir nedenim var

Sörf Kampı


Otelde bu. Süzer.

Bu sarışın kızın adı Sevinç. Çok tatlı biri. Yalnız telefonunda şirin kedi resimleri var.

Sörf yaptığımız yer burası, Orsa sörf okulu.

Bütün grup burada.

Finlandiya

Pori Jazz Festivali'nde Lokkilava sahnesinde ufak bir performansımız oldu ayıptır söylemesi. Palmgren konservaruatındaki atölye çalışmalarına da katıldık. Güzel bir deneyimdi, atlamayayım dedim blogda. Kahverengi elbiseli siyah taytlı benim.

Konservatuardaki dersler dışında yaptıklarımızın özeti :)



Zamanın ötesinden:

All That Jazz

Fena bir caz dinleyicisi sayılmazdım. İlk defa aktif olarak yurtdışındaki bir caz festivaline katılacak olmak da benim için oldukça heyecan verici bir olaydı. Nasıl olacağını fazla sorgulamadan, Nardis ve Galata Derneği’ne güvenip gittik. 2 gitar, 3 perküsyon, bir de ben piyano.

Uçakla Helsinki’ye doğru başlayan yolculuğumuz, Helsinki’den Pori’ye otobüsle devam etti. Yol boyunca müzikten, havadan, sudan, güneşten (yılın bu zamanı kuzey yarımkürede olan bitenle ilgili coğrafya bilgilerimizi yoklayarak) sohbet ettik. Güzel bir ekip olduğumuz daha ilk saatlerden ortaya çıkmış oldu. Nihayet Pori’ye varıp yaka kartlarımızı aldıktan sonra büyükler otele, biz çocuklar da bizim için ayrılan eve attık kendimizi. Söylemeden edemeyeceğim, bu “çocuk” lafı başlarda biraz garip geldiyse de hemen alıştık, kaldığımız evin avlusundaki trambolinin sadece çocuklar için olduğunu söyleyip inmemizi istediklerinde çok bozulduk hatta!

Kaldığımız ev harikaydı. Markete gidip istediğimiz yemekleri de aldıktan sonra herkesin keyfine uygun bir düzen kurulmuş oldu. Benim kaldığım odada sauna vardı, gitmeden önceki araştırmalarımızda saunanın Finlandiya’daki hemen her evde bulunduğunu öğrenmiştik. Çalıştırmayı beceremedik ama olsun. Odalardaki mobilyalar son derece kullanışlı ve şıktı. Rahat ettim ben de, estetik önemlidir.

Evin konumu içinden daha güzeldi. Jazz Street üzerindeydi ve sanıyorum ki otelde kalanlara göre daha rahat hallettik ulaşımı. Sürekli müzik, insan ve kuş sesleri de cabası. Beyoğlu’nda yaşayan biri olarak gürültüyü seviyorum! Ulaşım demişken, nereye gitmek istesek üzerinde VIP yazan aracımız gelip bizi alıyor, sabahları da hiç söylenmeden hazırlanıp yetişmeye çalışmamızı bekliyordu. Sabırlı şoförlerimize buradan teşekkürlerimi sunarım.

Cumartesi günü Kids Festival’in yapıldığı Lokki Lava’daki etkinlikleri izledik. Pazar günü konservatuarda bir toplantı düzenlenecek, pazartesi günü de dersler başlayacaktı. Toplantının sonunda katılacağımız atölyeler belirlenirken ‘Ayşe vokal atölyesine yazdıralım seni’ dediler, tamam dedim. (O an bunun Sanni Orasmaa’nın atölyesi olduğunu biliyor olsaydım çok daha farklı bir tepki vereceğime eminim.) Toplantı bitti döndük evimize, öğlen uykusuna yattık, uyandık, yemek yedik, dışarı çıktık, yemek yedik, Jazz Street’te dolandık, yedik, uyuduk…

Nihayet pazartesi sabahı geldi, erkenden kalktık, VIP aracımız bizi konservatuara götürdü. Heyecanlıydım biraz. Sabah 10’da Sanni’den rica ettim, küçük çocukların atölyesini izledim. Bittikten sonra sınıfta oturmuş 12’de kendi dersimin başlamasını beklerken birden Sanni gelip kapıda yazan saatin yanlış olduğunu, dersimin 1’de başladığını söyledi. Diğer arkadaşlar yemek yiyorlardı, zor bela onları bulup yemeğimi apar topar yedikten sonra kendi dersime ufak bir rötarla yetiştim. Koşuşturmaca sırasında ilk ders için heyecanlanmayı unutmuşum. İyi de oldu, 2 saat içinde bu kadar ilerleme kaydedeceğimi hiç düşünmemiştim. Daha önce şan eğitimi almamama rağmen Sanni profesyonel olarak şarkı söylemeyi düşünüp düşünmediğimi sorduğunda ne yalan söyleyeyim şaşırmadım, ama marifet bende değil ondaydı. İşim gereği (mesleğim sorulduğunda öğrenci demek hoşuma gidiyor) pek çok eğitimci tanıyorum ama öğrencileriyle bu kadar kolay iletişim kuran birini görmedim. Mikrofonu elime aldığımda bana bazı insanların mikrofonu tanımadan sahneye çıkıp şarkı söylemek zorunda kaldıkları için mikrofondan korktuklarını ama bu korkuların kolayca yenilebileceğini söyledi. Benden bahsettiğini anlamam 5 dakikamı aldı.

Çarşamba günü sahneye çıktığımızda ise mikrofonun karşısında oldukça rahattım. Sahne beni hiçbir zaman korkutmamıştı ama şimdi düşününce o güne kadar mikrofonu her elime aldığımda sesimin titrediğini fark ediyorum. Konser çok keyifliydi. Fotoğraf makinemi ararken Mark’ın solosunu kaçırmışım. Olsun. Konserden sonra beraber göle girdik. Sonra eve gelip komşuların kötü bakışlarını görmezden gelerek trambolinde zıpladık hep beraber. Güzel bir gündü yani. Geri döneceğimiz için hüzünlendik.

Ertesi gün yolda geçti. İstanbul’a döndük bir de baktık ki biri saunayı bizim için çalıştırmış. Bu yazıyı yazarken Pori’nin havasını ve arkadaşlarımla birlikte geçirdiğimiz keyifli zamanı özlüyorum.